Young Team by Mogwai

İncelemeye başlamadan önce söylemek isterim ki bu albüm herkesin kesinlikle “tahammül” edemeyeceği ama hissedebileceği bir albümdür. Sadece arkana yaslan ve dinle! 1997’de Mogwai’nin ilk çıkışı olan bu albümün ilk şarkısı “Yes! I Am Long Way From Home”, bize albümü ve grubu şu şekilde tanıtmaktadır, “Music is bigger than words and wider than pictures, if someone said that Mogwai are the stars I would not object. If the stars had a sound it would sound like this…” Öğrenci bir arkadaşımızın bu konuşmasından çıkarabileceğimiz gibi 64 dakikamızı ayıracağımız bu albüm, diğer “popüler” albümler gibi olmadığını ve nasıl bir yolculuğa çıkacağımızı heyecanla beklerken, grubun kendine olan güvenini de ön plana çıkarmaktadır.

Mogwai’den kısaca bahsetmek gerekirse, Çin kültüründe “kötü varlık” veya “şeytan” anlamına gelmektedir. Kendileri ne kadar hoşlarına gitmese de dinleyenlerin “post-rock” olarak tanımladığı, enstrümental rock grubudur. Genelde seste anlık değişimleri seven bunun haricinde gitar distorsiyonları, güçlü perküsyon, akıcı baslar ve melodik piyano seslerine yer verirler. Ara sıra ise “kafa patlamaktan” asla çekinmezler ki işin güzelliği budur, asla tahmin edilebilir değillerdir. Kendilerini keşfetme yolunda ilham kaynağı bulduğu, The God Machine, My Bloody Valentine, The Cure, Joy Division, Sonic Youth ve Slint gibi grupların esintilerini rahatça hissedebileceğiniz, benim tabirimle “rahatlatıcı” bir yolcuğula çıkaran Godspeed You! Black Emprorer’ın yanında “post-rock” dünyasının temellerini sarsmış ve kendilerinden sonra gelecek nesillere ilham kaynağı olmaktan çekinmemiş samimi bir gruptur.

Albümün ikinci şarkısı olan “Like Herod”, bize içlerindeki deneysel müzik kişiliğinin yanı sıra asıl işlerinin rock yapmak olduğunun ilk izlenimini verdiği gibi, bizi yaklaşık 12 dakikalık korkulu bir rüyanın derinliklerine iter. Şarkı sessiz ve melodik olarak başlasada şarkı boyunca peşimizde bize musallat olmuş bir şeyin takip ettiği hissine kapılırız. Arada nefes almamız için zaman tanısada güçlü “Rodan” ve “Slint” vari gitar nakaratlarıyla aslında o şeyden asla kurtulmadığımızı, çalıların arkasında bizimle adeta avıyla oyun oynayan bir avcı modunda, ara sıra bize yakınlaşıp kışkırtmaktan çekinmez ve yolculuğumuzun sıradan olmayacağını hatırlatır.

Ardından “Katrien”, halk diliyle depresif, diye tabir edebileceğimiz bir şarkıyla devam ederiz. Mogwai genelde çok fazla sözlere yer vermez fakat bu şarkının “gürültüsünün” arkasında Brendan O’Hare bize, çok anlaşılır olmayan, bir kaç sözle gelir ve sözlerin arasında Friedrich Nietzsche’nin Thus Spoke Zarathustra’dan bir kaç alıntıya yer verir ve böylece Mogwai’nin nasıl bir grup olduğunu yavaş yavaş anlamaya başlarız. Bizi depresif ve melankoli bir yolculuk beklemektedir…

“Tracy” adlı parçada, grubun bateristi olan Dominic Aitchison’dan sürükleyici ve tatmin edici bas sesleri ruhumuza işlerken, dalga geçme niyetiyle, arkada kendisi ve grubun gitaristi olan Stuart Bratwaite ile aralarındaki tartışma yer verilir. Daha sonra “Summer” adlı şarkıyla tekrar Mogwai’nin içindeki canavarı tekrar görme şansına kavuşuruz. “Like Herod” gibi ansızın değil fakat parçanın sessiz gitmesine alışmışken bir süre sonra arkadan, yavaşça gelen güçlü bir distorsiyon bize şok etkisi verir. Şarkı daha sonra sessiz/yüksek/ sessiz şeklinde son bulur.

Ardından “With Portfolio”da Mogwai’nin neden enstrümental grubu olduğunu çok net bir şekilde anlarız. İncelemenin başında da dediğim gibi herkesin “tahammül” edemeyeceği, bence kişinin moduna göre değişebilir, fakat kafa patlatabilir yüksek ve karışık sesler,

“drone” gitar sesleri ile bize doruğu yaşatır. Albümün “R U Still In 2 It?” parçası ise, o dönemin önemli gruplarından olan Arab Strap vokalisti olan Aidan Moffat tarafından söylenen, anti-aşk şarkısı olarak nitelendirilebilecek ve sadece birine bağlı olma zorunluluğuyla sürdürülen ölü bir ilişkiyi anlatmaktadır.

Ve iste o muhteşem final, “Mogwai Fear Satan”, tam anlamıyla inanılmaz bir şekilde mükemmel yolculuğumuzun son noktasını koyar. Aslında bir bakıma bütün albüm bu epik final için var diyebiliriz. Bize hissettirdikleri onca korku, üzüntü, sinir, endişe…vb duygular yaşamamız bu parçada artık bizi saran rahatlama duygusu ve garip bir mutlulukla “Nirvana” ya ulaştırır. Sanki, Sonic Youth’un “Daydream Nation” albümünün kaldığı yerinden devam eden bu başyapıt, kendisinin döngüsü niteliğindedir. Fakat öyle bir döngüdür ki bu, albüm boyunca bütün yaşadığın şeylerin sonunun geldiğini hissediyor olmak, bizi aynı zamanda hüzünlendirmekle kalmaz keşke bu 16 dakikalık parça hiç bitmese deriz.

Şiddetle tavsiye ediyorum.

Düşüncelerinizi Paylaşın